Kâğıttan Bin Turna Kuşu

Günlerden 6 Ağustos 1945, Pazartesi
Saat: 05:23
Yer: Hiroşima
Hiroşima'nın üzerine güneş doğuyor. Doğuşu tıpkı önceki sayısız doğuşu gibi aynı, ama batışı öncekilerden çok farklı olacak.

Hepimiz küçükken bir şekilde origami yapmışızdır veya yapıldığına şahit olmuşuzdur. Japonca'da katlama anlamına gelen "ori" ve kâğıt anlamına gelen "kami" sözcüklerinin birleşmesiyle (birleşirken de "kami"nin yumuşaması ile) oluşan bu sözcük, bildiğiniz "kağıt katlama" anlamına gelmektedir.

En bilinen origamilerden biri: Kâğıttan turna kuşu

Japonya'daki en yaygın efsanelerden biri "Sen Bazuru" yani "Bin Turna" efsanesidir. Origami ile bin adet turna kuşu katlayan herkesin bir dileğinin kabul edileceği inanışıdır. Bazı hikayelerce de kişiye uzun ömür vereceği ve varsa mevcut hastalıklarından kurtulacağı söylenir.

Albert Einstein'ın ABD Başkanı Roosevelt'e Yazdığı Mektup

Nükleer Fizik ve atomlar konusunda çalışmaları olan ve alanında başarılı meşhur Albert Einstein, Nazilerin bir nükleer bomba geliştirmesi endişesiyle, dönemin ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt'e bir mektup gönderip, ABD'nin nükleer çalışmalara başlamasını tavsiye ediyor.

Elbette Nazilerin böyle çalışmalara başlayacak vakti olmuyor, zira Adolf Hitler kısa süre sonra intihar ediyor ve Naziler dağılıyor.

Mektubun ABD hükümetinin savaş öncesi nükleer silahlar hakkında yoğun araştırma yapmasının önemli bir tetikleyicisi olduğu düşünülmektedir. Einstein’ın mektubu ve ardınan başkanla buluşmaları sonucu, ABD bombayı geliştirme yarışına girer. Savaş sırasında ABD bombayı geliştirebilen tek ülke olur.

...Son dört aydır, Fransa’da Joliot’un, Amerika’da Fermi ve Szilard’in çalışmaları, yüksek miktarda uranyum ile büyük nükleer zincirleme reaksiyonu üretebilmenin mümkün olacağını göstermektedir...
...Bu yeni fenomen; yeni tip, aşırı güçlü bombaların yapımını ortaya çıkarabilir. Bir gemi tarafından taşınabilirler ve bir limanı yok edebilecek kadar güçlü olabilirler. Ne var ki hava yoluyla taşınmak için çok fazla ağır olacaklardır...

Albert Einstein 1954 yılında, ölümünden bir yıl önce, bu konuda arkadaşı Linus Pauling’e şunları söylemiştir:

"Hayatımda tek bir büyük hata yaptım. Başkan Roosevelt’e atom bombası tavsiyesini yapmak."

Günlerden 6 Ağustos 1945, Pazartesi
Saat: 06:00
Yer: Hiroşima
Yeni bir güne uyanan yüzbinlerce insan, son kez yattıkları yataklarından çıkıyor. Son kez giyiniyor. Son kez kahvaltılarını ediyor.

Mokusatsu: Hem Ayranım Dökülmesin, Hem Yoğurdum Ekşimesin

2. Dünya Savaşı sonlarına doğru Japonya'ya karşı Potsdam Konferansı'nda "Potsdam Demeci" açıklanıyor. 26 Temmuz 1945'de açıklanan bu bildiride Japonya teslim olmaya çağrılıyor, aksi takdirde tüm ülkenin "acilen ve topyekûn imha" (prompt and utter destruction) ile karşılaşacakları ültimatomu veriliyor.

Japonya'nın teslim şartı olarak "Her şeye dokunun, ne yaparsanız yapın ama İmparatorumuza ve onun ailesine dokunmayın." şeklinde bir istisna istemesi üzerine müttefik devletler bunu kabul ediyor, lakin ültimatom ilanında İmparatorun korunmasına dair maddelerin silindiği görülüyor.

Bu ültimatom Japon hükümetine resmî olarak hiçbir zaman bildirilmiyor. Bunun yerine Japonca radyo yayınları yapılıp, ABD bombardıman uçaklarınca Japonya'daki şehirlere broşürler atılıyor.

Her ne kadar gayriresmî bir ültimatom olsa da Japonya, yine de ültimatoma yanıt veriyor. İmparatora dokunulmayacağı sözünün kalktığını gören Japonya'nın, 2 gün sonra, 28 Temmuz 1945'te, Japonya Başbakanı Suzuki Kantarō aracılığıyla verdiği yanıt Mokusatsu (黙殺) oluyor. Kelimenin tam manası ile "sessiz kalmak, yorumsuz kalmak, yorum yapmamak" gibi anlama gelen ve ne evet, ne de hayır denilebilecek bu yanıt; Japon hükümetinin biraz zaman kazanmak için bulduğu bir yanıt oluyor. Müttefik devletlerle yeniden masaya oturmak, İmparatorlarına dokunulmayacağının garantisini almak ve yapabilirlerse Japon ordusunun dağıtılmasını önlemek amacıyla, ne ültimatomu kabul eden ne de direkt reddedip karşı tarafı kızdıracak bir yanıt olarak bu yanıt seçiliyor. 

Japon Başbakanı Suzuki Kantarō tarafından verilen Mokusatsu (黙殺) yanıtının TRT Belgesel tarafından yeniden canlandırıldığı temsili

Fakat ne yazık ki bu yanıt ABD'ye tercümanlar tarafından "ignore, disregard" yani "görmezden gelmek, dikkate almamak" gibi kışkırtıcı şekilde çevriliyor ve rapora şöyle geçiyor:

- Japon hükümeti bunu sertçe görmezden geliyor ve ne olursa olsun savaşı sonuna kadar sürdürmeye hazır oldukları anlaşılıyor.

ABD'nin Tüm Dünyaya Güç Gösterisi Yapmak İstemesi

Yaptıkları araştırmalar sonucu nükleer silah üretimini başaran ABD, elbette hem tüm dünya ülkelerine korku salmayı hem de uluslararası masalara oturulduğunda güçlü bir imaj çizmeyi istiyor. Tartışmalı kaynaklarca ilk olarak Adolf Hitler'in Nazi ordusuna karşı kullanılacağı planlanarak hazırlandığı söylenen atom bombası, Amerikan askerlerinin de yer aldığı Normandiya Çıkarması yüzünden Avrupa kıtasına atılamıyor. Bu çıkarma sonucu güneybatı'dan Amerikalıların da yer aldığı müttefiklerce, kuzeydoğu'dan ise Rus ordusunca kıskaca alınan Almanya bu mücadeleyi kaybedince (ve elbette Adolf Hitler de intihar ederek tarih sahnesinden çekilince), ABD'nin yapmak için can attığı büyük gövde gösterisi planı suya düşüyor.

Dönemin Avrupalı yazarları ve gazetecileri tarafından tiye alınan ABD, zaten savaşa çok geç girmesinden ötürü müttefik devletlerindeki yayınlarca "korkak" diye damgalanmış olması bir yana (nitekim bu sebepten 2. Dünya Savaşı'na girmek için pek çok cephede bahane de aramıştır); şimdi de neredeyse bitmiş olan bir savaşta, Ruslarca zaten epey mağlup edilmiş ve bitmek tükenmek üzere olan Alman ordusuna gelip basitçe son darbeyi koymuş gibi olunca, deyim yerindeyse "tatmin olmuş" gibi hissetmiyor. 

Almanya planları suya düşünce, artık savaş bitmeden bu işi halledebilmek adına ilk başta atom bombası hedefine Japonya ile Marshall Adaları Cumhuriyeti'ni koyan ABD (ki nitekim daha sonra Marshall Adalarına da atom bombaları atacaktır), Japon İmparatorluğundan yanlış çeviri ile "görmezden gelmek, dikkate almamak" gibi bir yanıt alınca adeta aradığı fırsatı buluyor.

Günlerden 6 Ağustos 1945, Pazartesi
Saat: 07:00
Yer: Hiroşima
İnsanlar işe ve okula gitmeden önce, sevdikleri ile son kez vakit geçiriyor. Son radyo yayınlarını dinliyor, son kez kitap okuyor, son kez bahçelerindeki kuyudan su içiyor ve kedileri/köpekleri ile son kez oynuyorlar.

Hedef Japonya, Fakat Neresi?

ABD, Japonya ile ilgili planlarını kurduktan sonra 28 Mayıs 1945 tarihinde (saldırıya 2.5 ay kala), saldırının hedefi olarak 4 kent seçiyor: Kyoto, Hiroşima, Yokohama ve Kokura.

Bu kentlerin özelliği olarak seçilen özellikler:

  • Kalabalık olmaları (Tokyo'da İmparator olduğundan ve anlaşma dönemlerinde İmparator önemli bir yer kapladığından Tokyo seçilmiyor),
  • Kent merkezi'nin çapının 4,8 kilometreden fazla olması (patlama esnasında maksimum ölüm için),
  • Patlama merkezinin etrafında da başka yerleşim bölgelerinin, yakınlarında başka şehirlerin varolması (nükleer serpintiden etkilenen sayısının maksimum olması için),
  • Patlama rüzgârının etkisinin ölçülebilecek bir coğrafiye sahip olması.

Bu tarihten, yani 28 Mayıs 1945'ten itibaren, ABD bu 4 kente hava saldırılarını durduruyor. Halk arasında "Bu 4 kente saldırı yokmuş." söylentilerini yayıyor, böylece atom bombası saldırısından daha fazla insanın etkilenmesine sebep olacak şekilde bu 4 kente insanlar göç etmeye başlıyor.

14 Haziran 1945'te Kyoto ve Yokohama hedef adaylarından düşürülerek yerine Nagazaki seçiliyor.

25 Temmuz 1945'te (yani 26 Temmuz'da Japonya'ya gayriresmî bir teslim ol çağrısı yapılmadan 1 gün önce ve Japonya'nın buna yanıtının ne olacağı daha bilinmiyorken), Amerikan 20. Hava Kuvvetleri'ne atom bombasını 3 Ağustos 1945'ten sonra Hiroşima, Kokura, Niigata veya Nagazaki hedeflerinden birine atacağı emri veriliyor. 

25 Temmuz 1945'te, 20. Hava Kuvvetleri'ne ve General Carl Spaatz'a hitaben, 3 Ağustos 1945'ten sonra atom bombalarının atılmasını emreden resmî emir

Dönemin ABD başkanı Truman, aynı gün yani 25 Temmuz 1945'te günlüğüne "Bu silah, 10 Ağustos'a kadar Japonya'ya karşı kullanılacak." yazıyor. Bizzat ABD Devleti (U.S. Government) mührüyle onaylı bu günlük, şimdi bile doğrudan ABD devletinin resmî yayın organı olan Ulusal Arşiv Kataloğu üzerinde bu bağlantıya tıklanarak görülebiliyor. Yani kabaca 3 Ağustos ile 10 Ağustos tarihleri arasında saldırının yapılması planlanıp, orduya gereken emirler veriliyor. 

Bu da, 26 Temmuz'daki teslim ol çağrısının bir nevi göstermelik olduğu şeklinde yorumlanabilir. Nitekim, Japonya'ya karşı verilen ültimatomun resmî olarak yapılmayışı (radyo yayınları ile yapılması), Japonya tarafından kendilerine bir yanıt verilmeyeceği beklentisiyle yapılmış olabilir; ya da ültimatomda Japonlara daha önce söz verdikleri Japon İmparatorunun ve ailesinin korunacağı maddesinin silinmesi, Japonya'nın direkt ültimatomu reddetmesiyle sonuçlanacak diye de düşünülmüş olabilir; kim bilir?

.

.

.

.

Günlerden 6 Ağustos 1945, Pazartesi.

Saat: 08:15.

Yer: Hiroşima

İnsanlar uyanıyor, işe ve okula gidiyorlar. Yolda yürüyorlar. Su içiyorlar, konuşuyorlar, oturuyorlar... Gündelik bir yaşam.

İlk 1 Milisaniye

İlk 1 milisaniye içinde, güneşten daha sıcak bir plazma topu açığa çıkıyor. Bu plazma topu 2 kilometrelik devasa bir ateş topuna dönüşüyor. Bu topun içinde kalan herkes aniden yok oluyor, tıpkı çok sıcak bir tavaya ya da yanan bir sobaya damlatılmış bir damla su gibi. Bir cızırtı, sonrasında geriye hiçbir şey kalmıyor. Çoğu bina, arabalar, ağaçlar, heykeller ve insanlar; hepsi bir cızırtı ile buharlaşıyor.

İlk 5 Milisaniye

Önce yoğun bir parlama ve ardından yoğun miktardaki ışık, şehrin üstüne bir anda çöküyor. Uzaklarda başı parlamanın olduğu yöne dönük olanlar tam bu anda, iyi ihtimalle birkaç saatliğine, kötü ihtimalle kalıcı olarak kör oluyor.

İlk Yarım Saniye

Bu ışığın sıcaklığı o kadar yüksek enerjili ve o kadar sıcak bir ısı dalgası oluşturuyor ki, patlama noktası merkez alınarak 26 km çapındaki her şeyi yakıp kül ediyor. Yani 531 kilometre kare içinde kalan yanıcı her şey yanmaya başlıyor: Odunlar, kumaşlar, saçlar, deriler, eller, gözler, insanlar, hayvanlar, bebekler...

Eğer bu ısı dalgasının içinde iseniz, yani söz konusu 531 kilometre karenin içinde iseniz, bir anlığına normal yolda yürüyor ve işe gidiyorken, hemen bir sonraki anda aniden yanmaya başlıyorsunuz.

İlk Birkaç Saniye

Çoğu kişi bir şeylerin ters gittiğinin farkına varıyor. Ama yüz binlerce insan için artık çok geç.

Patlamanın ardından bir şok dalgası geliyor, ateş topunun sıcaklık ve radyasyonu, çok sıcak ve basınç altında çok hızlı genişleyen bir balon oluşturuyor. Ses hızından daha hızlı bir şekilde ilerleyen rüzgar oluşuyor, ki tüm fırtına ve kasırgalardan daha güçlü bir rüzgar bu.

İnsan yapıları bu rüzgarın karşısında hiçbir şey kalıyor. Çevredeki tüm binalar yerle bir oluyor. Sadece patlama merkezinden uzaktaki çelik konstrüksiyonlarla yapılmış güçlü binalar, nadiren bu rüzgara dayanabiliyor. Ağaçlar kürdan gibi kırılıyor, dışarıdaki insanlar kasırga esnasında fırlayan bir toz zerresi gibi fırlıyor, göğe yükselip yüzlerce metre uzağa düşerek parçalanıyorlar.

Dışarıda olmayan on binlerce insan, karton gibi yıkılıp dağılan evlerin altında enkaz altında kalıyor.

.

.

.

.

Sadako Sasaki

Sadako, 1943'te savaş yılları Japonya'sında cılız bir kız çocuğu olarak doğdu. 2 yaşındayken Hiroşima'daki evinde bir sabah, insanlığın o güne dek duyduğu en büyük gümbürtüyle birlikte pencereden dışarı fırladı. Annesi onun ölmüş olabileceğinden şüphelense de sağ kurtulmuştu. Patlama sonrasının sıcaklığıyla, tüm sağ kalanlar gibi bunalıp kavrulurken, gökyüzünden yağan kapkara radyoaktif yağmurun serinliğine sevindi, aslında celladı olacak kara yağmurun...

Sadako Sasaki

Sadako hiperaktif, yerinde duramayan bir kız olarak bilinirdi. İlkokula başladığında koşmaya başladı, koştu, koştu ve koştu... "Bambu takım"ın en hızlı atleti olarak ünlendi. Hiroşima'daki ilkokul atletizm yarışlarında rakiplerine nal toplatıyordu. 

12 yaşındayken katıldığı bir yarışta Sadako, sıra ona gelince var gücüyle koştu. Yarış sona erdiğinde kalbi, göğüs kafesinden fırlayacakmışçasına çarpıyordu. O sırada Sadako, başının döndüğünü hissetti. Birinin "Bambu takımı kazandı!" diye bağırdığını bile zar zor duyabildi.

Kış mevsimi boyunca, hızını artırmak için çalıştı. Çünkü yarışa katılmaya hak kazanması için antrenman yapmalıydı. Fakat koştuktan sonra artık başı dönüyordu. Bunların geçeceğini düşünse de, geçmedikleri gibi daha da kötüleştiler. 

Ne var ki, kış bitimine doğru, Şubat ayının soğuk bir gününde bütün bunlar sona erdi. Okulun avlusunda koşarken yere yığıldı. Sadako'nun düştüğünü gören öğretmenleri onu hemen hastaneye götürdü. Baş dönmesi, soğuk algınlığı, şişmiş bir surat ve sertleşmiş boyun şikayetleriyle muayenesi yapılırken, tek istediği birkaç gün sonra yeniden koşmaya başlamaktı.

Hastanedeki odasında uyurken, doktor anne ve babasına acı haberi vermişti: Sadako kan kanseriydi ve en fazla bir yıl ömrü kalmıştı.

Öyle Hemen Pes Etmek Yok!

Sadako, hastaneye yatışından kısa süre sonra kendisiyle aynı belirtileri taşıyan yaşıtlarının ölümüne tanık oldu ve başına gelecekleri az çok kestirmeye başladı. Ama o kolay pes edecek bir çocuk değildi, mücadelesini sürdürecekti.

Kâğıttan Bin Turna Kuşu

1955 yılının Ağustos ayına gelindiğinde, Sadako, kendinden 2 yaş büyük bir ortaokul öğrencisi olan Kiyo adında bir kızla aynı odaya alındı. Bu oda arkadaşına, Nagoya'daki bir okuldan kâğıttan katlanmış turna kuşları gönderildi. Sadako'nun en yakın arkadaşı Chizuko Hamamoto, ona bu kuşların efsanesini anlattı: Bin tane kâğıt turna katlarsa dileği gerçekleşecekti.

Hastanede geçirdiği günler boyunca bolca boş vakti olmasına rağmen Sadako'nun kâğıdı yoktu. Bu yüzden ilaç sargıları, reçeteler, ilaç kağıtları, gazeteler ve diğer hastalara gelen hediye paketlerinin kağıtları gibi, eline geçen ne bulursa katlıyordu... 

On bir... daha iyi yapmak istiyorum.
On iki... daha da iyi yapmak istiyorum...

Minik parmaklarıyla katladığı her turnanın ardından aynı duayı ediyordu: 

"Lütfen iyileşeyim ve koşmaya devam edeyim."

Sadako bir taraftan da haftalık kan tahlillerinin değerlerini gizlice bir kâğıda yazıyor ve takip ediyordu. 

Yüz doksan sekiz...
Yüz doksan dokuz...

12 yaşındaki bir kız, falanca değer 400'e yükselmiş, filancası 7000'e düşmüş gibi değerlerden ne anlardı bilinmez; ama kan değerlerini büyük bir titizlikle not ettiği kâğıt yatağında gizlenmiş olarak bulunacak ve ailesine teslim edilecekti.

Üç yüz altmış üç,
Üç yüz altmış dört...

O sıralarda annesi de sakura (kiraz çiçeği) desenli bir kumaştan Sadako'ya kimono dikiyordu. Sadako, kimonosunu gördüğünde gözyaşlarını tutamadı; fakir ailesinin kendisi için gösterdiği bu fedakârlığı fark edecek olgunluktaydı. Ağustos ayında, hastaneden sadece 1 günlüğüne çıkmasına izin verildi. Kimonosunu giydi ve okul arkadaşlarıyla buluştuğunda gözler üzerindeydi, çünkü ilerleyen hastalık zayıflayan yüzünün şişmesine ve sağlıklı görünmesine sebep olmuştu.


Sadako tekrar hastaneye döndü. Sadako'nun doktoru Dr. Numata, o günden sonra Sadako'ya her gün kan nakli ve iğne yaptı. Söylediğine göre Sadako, diğer çocukların aksine hiçbir zaman iğnelerden de, ağrılardan da şikayet etmedi.

Beş yüz seksen bir...
Beş yüz seksen iki...

Sadako'nun kimonosunu giyip ailesi ve arkadaşlarıyla geçirdiği ve ardından hastaneye geri döndüğü o günden haftalar sonra, Ekim ayında, Sadako giderek zayıflayıp halsiz düştü. O günlerde Sadako'nun en iyi arkadaşı Chizuko onu ziyarete geldiğinde, Sadako'yu yine kimonosunun içinde gördü. Sadako "İyileştiğimde okula her gün bu kıyafetle gideceğim." diyerek şaka bile yaptı.

O gün ailesi ve arkadaşı odadan çıkarken, Sadako oldukça neşeli görünüyordu. Yine de artık kağıtları dahi tutamıyordu, elleri hantallaşmıştı. Uyumadan önce saatlerce uğraşıp, ancak bir tane kuş yapabildi.

Altı yüz kırk dört...

Dr. Numata odaya geldi, elini Sadako'nun altına koydu. Ona "Şimdi dinlenmen gerek. Yarın daha çok kuş yapabilirsin." dedi. 

Sadako, tavanda asılı duran kâğıttan turna kuşu sürüsüne baktı. Onları seyrederken, kuşlar, sonbaharın hafif rüzgârıyla hışırdayarak sallandılar. Sanki canlıydılar da, açık pencereden uçup gideceklerdi. Ne kadar güzel ve özgürdüler! Sadako içini çekti ve gözlerini kapattı.

Bir daha da hiç uyanmadı.

Sadako'nun heykeli, cennetteki granit dağı temsil eden bir yapının üstünde duruyor ve açtığı kollarıyla kâğıttan turna kuşu tutuyor

Sadako Sasaki, 25 Ekim 1955’te öldü.

Sınıf arkadaşları, üç yüz elli altı tane daha yaparak turnaları bine tamamladılar ve onları Sadako ile birlikte gömdüler. Böylelikle Sadako'nun isteği, bir şekilde yerine gelmiş oldu. Bin turna kuşu tamamlandığından Sadako ölümsüz oldu ve insanların kalbinde çok daha uzun süre yaşayacak.

Çocuk Barış Anıtı

Sadako'nun ölümü "Bambu Takımı"nı ve sınıf arkadaşlarını çok sarstı; hayat dolu arkadaşlarının ölümü üzerine bir kampanya başlattılar. Kısa süre içinde Japonya'daki tüm okullardan toplanan bağışlarla bir anıt yapıldı ve Hiroşima Barış Parkı'na "Çocuk Barış Anıtı" dikildi. Anıt, kısa süre içinde tüm dünya çocuklarının barış sembolü oldu ve dünyanın dört bir yanından gönderilen milyonlarca kâğıt turna, anıtı süslemeye başladı.

Çocuk Barış Anıtı, Sadako'nun heykeli ve dünyanın dört bir yanından gönderilen kâğıttan bin turna kuşları

Bugün bile, Barış Günü olan 6 Ağustos'ta Japonya'nın ve dünyanın dört bir yanından gelen insanlar, anıtın altına ve çevresine hâlâ kâğıttan bin turna kuşu koyuyorlar. Ve anıtta yazan sözleri okuyorlar:

Bu bizim yalvarışımız,
Bu bizim duamız,
Dünyada barış istiyoruz.

Üzerindeki kağıt turnalarla birlikte Çocuk Barış Anıtı, bugün hâlen savaşa ve nükleer silahlanmaya karşı mücadeleyi sürdürmekte. Kazanma şansı var mı? Pek yok. Ama gönülden desteklemeye devam ediyoruz. Elden başka ne gelir?

Sadako'nun Anısına Bir Şiir

Nâzım Hikmet tarafından Sadako Sasaki adına "Kız Çocuğu" adlı bir şiir yazılır. Sadako aslında 12 yaşında ölmesine rağmen, şiirde 7 yaşında olarak bahsedilir. 

Zülfü Livaneli, 1978'deki "Nâzım Türküsü" adlı albümünde bu şiir üzerine yaptığı besteyi seslendirir. Daha sonra sayısız Türk ve yabancı sanatçı da seslendirir. Kız Çocuğu'nun "I Come And Stand At Every Door" olarak bilinen bir çevirisi The Byrds tarafından "Fifth Dimension" albümünde, Pete Seeger tarafından "Headlines & Footnotes" albümünde ve This Mortal Coil tarafından "Blood" albümünde seslendirilir.

Japonya'da 1960'lı yıllarda savaş karşıtı hareketleri için çeşitli şekilde Japonca'ya çevrilip bestelenir. 5 Ağustos 2005'te, 60. yıldönümü arifesinde Hiroşima Barış Anıtı'nın önünde, Shima-uta şarkıcısı Chitose Hajime, Ryuichi Sakamoto'nun piyano eşliğiyle "Shinda Onna no Ko" [死んだ女の子] başlığı altında yorumlanır. Daha sonra 2006'da Chitose Hajime'nin piyasaya sunduğu Hanadairo albümünün ilk ve özel baskısına ilave edilir. Piyanist Fazıl Say, "Nâzım Oratoryosu" adlı albümüne bu şiiri dahil eder.

Kız Çocuğu

Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.

Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.

(Nâzım Hikmet, "Kız Çocuğu", Bütün Şiirleri, 2. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2007, s. 1581)